27 Aralık 2016 Salı

İkinci Çocuk Ve Sonrası


Duymayan kalmadığı için üçüncü gebeliğimi buraya yazmakta bir mahsur görmüyorum. Şimdi gelelim asıl meseleye. Gebeliğin ilk aylarında bu durumdan haberdar olan insanların gösterdikleri farklı tepkiler bu konuyu düşünmeme neden oldu. Kardeşler arası ideal yaş aralığı, kıskançlık baş edilemez bir problem mi? Bir kız bir de erkek evladın varsa üçüncü gereksiz mi? Aslında karşıma en sık çıkan soru bu. Sırayla gidelim de bazı insanlara aykırı gelen düşüncelerimi açıkça anlatayım.
        Kardeşler arası ideal yaş aralığı kaç olmalı. Çocuklarla ilgili konularda benim ilk danıştığım kendi çocukluğumdur. Her olayı her ayrıntıyı çok net hatırlarım. Hangi davranış kalbime dokundu? Hangi söz beni havalara uçurdu? Bunları hatırlar ve ona göre davranmaya çalışırım. Arasında birer yaş olan 3 kardeşin üçüncüsüydüm. Evde çok güzel vakit geçirirdik. Çeşit çeşit oyunlar oynardık. Özellikle benden 1 yaş büyük olan ablam benim için Allah'ın  en büyük hediyesiydi. Düşünsenize hem ablalık görevleri onda, hem de harika bir oyun arkadaşı. Bir çocuk başka ne ister. Kış aylarında dışarı çıkamadığımız zamanlar, onun kıymetini daha iyi anlardım. Diğer arkadaşlarımın evde canı sıkılır ama bizim evde hergün parti. Velhasıl yaş aralığının az olması çocuk için daha iyi oluyor diye düşünüyorum. Günümüzde ikinci çocuğu düşünürken kardeş kıskançlığından endişe ediliyor. Yaş farkı arttıkça, kıskançlıkla başetmek de zorlaşıyor. Anne açısından düşününce evet biraz zor. İki küçük bebekle dışarı çıkmak imkansız. Eğer bir yardımcınız yoksa tabi. Bazen bezden, biberonlardan, mama sandalyesi kalabalığından, puset bebek arabası gibi şeylerden hiç kurtullamayacakmışsın gibi gelir. Ama bir de bakmışsın ki küçük ablasının peşinden abbaaa abbaaa diye gezinmeye başlıyor. Birlikte oynamayı öğreniyorlar. Sabahları ağlama sesiyle değil de abla kardeşin konuşma sesleriyle uyanmaya başlıyorsun. İşte o zaman çektiklerim boşa değildi diyor insan
         Gelelim kardeş sayısı meselesine. Bizim nesil genelde 3-4 kardeş. Şimdi tek çocuk veya 2 çocuklu bir nesil geliyor. Çok kardeşli olanlar, onların olmadığını bir düşünün. Mesela ben ablam olmadan nasıl birisi olurdum bilemiyorum. Evde canı sıkılan, mutsuz, agresif bir çocuk olurdum herhalde. O kadar enerjiyi boşaltacak alan olmayınca zaten yaramaz bir çocuk olan  ben kardeşsiz halimi düşünemiyorum. Şimdi çocukların önünde bir sepet oyuncağı boşaltıp onlarla oynaması bekleniyor. Daha oyun oynamayı bilmeyen çocuklardan. Sonra akşama kadar hareket etmeyen enerjisini harcamamış çocuktan öğlen uykusu veya gece uzun ve deliksiz bir uyku bekleniyor. Çocuk televizyonda gördüğü şiddet sahnesinden etkilenip korkuyor, koca bebek oluyor, naz yaptı oluyor. Anne baba haber izlerken çocuğun da televizyon izlediğinden habersiz çünkü. Oyun oynuyor gibi gözüküyor zira. Dış dünyadan uzak, steril bir ortamda büyüyor. Bağışıklığı gelişmiyor, allerjik bir bünyeye sahip oluyor. Bu devirde çocuk büyütmek zor oluyor. Çocuk hastalandıkça insanlardan daha uzak tutuluyor. Ebeveyninden başka insan görmüyor. Asosyal oluyor. Toplum önünde konuşmayı, nasıl davranılmasını gerektiğini öğrenemiyor. Kardeş olunca evde bitmeyen bir şamata ve oyun oluyor. Bazen abla antrenör olup kardeşini koşturuyor. Bazen kardeş polis olup ablayı yakalıyor. Oyuncak kavgası çıkıyor. Mücadele etmeyi, anlaşmayı, paylaşmayı öğreniyorlar. Aynı odayı paylaşıyorlar, birbirine destek olmayı öğreniyorlar. Kardeşinin canı yandığında ilk koşan oluyor, merhamet etmeyi öğreniyorlar. Başka çocukların yanında birbirlerine destek oluyorlar. Kardeşliğin önemini, sevgiyi öğreniyorlar. Kardeş eşi benzeri olmayan bir nimet. Ve ben çocuklarımı bu nimetten mahrum etmek istemiyorum. Mutlu bir çocukluk yaşasınlar diye.

10 Eylül 2016 Cumartesi

Anneliğin Evreleri

       Annelikte orta yolu bulmak bir hayli zor. İki uç noktada annelik var. Birisi aşırı korumacı, diğeri fazlasıyla rahat.  Peki iki farklı anne türü farklı gezegenlerden mi gelmiş. Nasıl birbirine bu kadar zıt iki annelik modeli olabilir. Aslında bunlar anneliğin evreleri. Belli bir dönem sonra sınıf atlamak gibi. 1. evre acemi anne (veya pimpirikli anne de diyebiliriz) 2. Evre rahat anne
         Anne olunca bedensel ve ruhsal çok fazla değişim yaşanır. Gebelik süresince bir bebek sahibi olacağı ve annelik fikrine alıştığını düşünür insan. Ama doğum anından başlayarak üst üste şok yaşanır. Hayatı boyunca yaşadığı bütün acıların toplamından daha büyük bir acıyla başlar. İnsanın acıdan ölmediğini tecrübe eder  önce. Doğumdan sonra bu büyük yorgunluğun ardından uzun bir uyku hayal ederken bebeği getirirler. Aylardır merak, heyecan ve özlemle beklenen kıymetli misafiri gelmiştir. Emzirmek gerekir. Emerken uyur, bırakınca uyanır ağlar, sabaha kadar böyle devam eder. Doğum aslında uykunun haram olduğu minimum 2 yılın ilk günüdür. Bebeğin her hali acemi anne için muammadır. Acaba bu normal mi diyerek günler ayları kovalar. Kusması, gazı, ses çıkarması, gülüşü, dişini kaşıması, ateşi... Herşeye endişeyle bakar anne. Tabi yakınında tecrübeli anneler yoksa. Ve bir süre sonra tam bir  pimpirikli anne oluverir. Bebek artık yürümeye başlar parkta onun bir adım gerisinde ve her an kalp krizi geçirmek üzere. Evde keşifler başlar. Odalar dağılır, eşyalar kırılır. Sonra yeni bir düzen gelir, eşyalar kaldırılır. Ne kadar kaldırsan da bebek dağıtacak bir şeyler bulur. Günden güne oyuncaklar artar. Oyuncak seçiminin önemini idrak etmeye başlar anne. Sonra gıda terörü denilen ve daha önce hiç umursamadığı şeylere dikkat etmeye başlar. Bebeğine kıyafet seçerken kumaştaki pamuk oranına, hatta zararlı boyalar kullanıldı mı laboratuvar testlerinden geçti mi onlara dikkat eder. Her an terledi mi yoksa üşüyor mu endişesi taşır. Balık yağının kaçıncı aydan itibaren kullanılmaya başlanacağı üzerine kafa yorar. Hangi yaşta hangi kursa göndermeliyim? Yabancı dil eğitimine ne zaman başlamalı? Eğitici oyunlara yeterince vakit ayırıyor muyuz?
              Çocuğunun gelişimindeki olumlu gelişmeler pimpirikli anneye ne kadar doğru yaptığını düşündürür. Fiziksel gelişimi, dil gelişimi, sosyal ve ahlaki gelişimi yaşıtlarından iyi durumdadır. Kendisini tecrübeli hatta bu konuda profesör kadar bilgili görebilir. Ta ki ikinci bebek gelene dek. İkinci bebekten sonra her şey değişir. Kardeş geldikten sonra, büyüğün ağlama sesiyle bile uyuduğuna şahit olur. Onca sessizlik çabalarının boş olduğunu anlar. Sütüm azaldı mı veya bebeğim doyuyor mu endişesi artık uykusunu kaçırmaz. Çünkü çocuktaki doymama belirtilerini ve göğüsteki o sertliğin daimi olmadığını bilir. Bebek büyüdükçe daha güçlü emer ve göğüs tam kapasite çalışır. Tek çocuğun aslında ne kadar kolay olduğunu ve durumu hep kendinin zorlaştırdığını fark eder. Diş çıkarma döneminde ve oral dönem bitene kadar bebeğin elini emmesinden endişe duymaz. Ek gıdaya geçiş daha kolay olur. Çünkü anne daha cesurdur. Çorbadaki pütürlü kalmış sebzeden bebeğin boğulmayacağını bilir. Bebekse daha sakindir. Annesinin sakin tavırları güven verir bebeğe. Bebeğin zayıf olması annenin kötü bir anne olduğunu, kilolu olmasının da iyi bir anne olduğunu göstermediğini bilir. Ve pimpirikli annelikten, tecrübeli anneliğe terfi etmiştir. Bundan sonra  rahat tavırları sebebiyle eleştirilerin hedefi olmaya başlar. Çocuk koşturur, ay annesi düşecek. Kendi kendine yemeye çalışır, annesi dökecek. Velhasıl annelik her evrede zordur. Hele ki herkesin söylediklerine kulak asarsan çok daha zor. Bu bir döngüdür. İnsan önce öğrenir, sonra tecrübe kazanır. Ama her daim yaptığını doğru bulmayacak insanlar bulunur. İnsan hayatını çekilmez hale getirmemek için bazı şeylere kulak tıkamayı annelikten çok daha önce öğrenmelidir.

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Güveç Kullanımına Dair Püf Noktalar

Merhaba
Yeni lezzet arayışında oldukça cesur olduğum söylenir. Evlendikten sonra yemek yapmayı öğrenen biri olarak şuan geldiğim nokta gerçekten inanılmazmış vs vs övgüler.... Bunların hepsini, gurmelere taş çıkaracak bir damak tadı olan eşime borçluyum. E üzüm üzüme baka baka kararır. Ayrıca, bana cesaret ve ipuçları vererek yemek yapma becerimin gelişmesine inanılmaz katkıları oldu. Öncelikle sevgili eşime duyduğum minnettarlığımı belirtmek isterim. Asıl konumuza gelince... Genellikle orta yaşın üzerinde ve çok tecrübeli kişilerin elinden yenir güveç. Bu durum bende ekstra bir deneyim ve maharet gerektirdiğini düşündürür ve çekinmeme neden olurdu. Ama yine pişireceğim güzel yemeklerin heyecanı ağır bastı ve bir güveç aldık. Henüz bir defa kullandım ama internette bu konuda pek fazla bilgi bulunmadığını gördüm ve güveç konusunda oldukça merak edilen bazı şeylere değinmek istiyorum. Tecrübeli annelerden güveçle ilgili derlediklerim.

Güveç aldığınızda çift fırınlanmış da olsa öncelikle içini yağlamak gerekiyor. Şöyle ki fırınımızı ısıtıyoruz. Güvecin içini 100 gr kadar katı yağ ile yağlıyoruz. Normalde margarin kullanmam ama bu işlem için margarin aldım. Çünkü güveç hepsini çekiyor. Yağladığımız güveci ısınmış fırına koyuyoruz.  10 dakika sonra çıkarıp dibinde kalan erimiş yağları da fırçayla heryerine dağıtıyoruz. Tamamen kuruduktan sonra da sıcak suyla yıkayıp kuruluyoruz. Artık güvecimiz kullanıma hazır.

Yemek yaptıktan sonra da servis ederken metal yerine ahşap kaşık tavsiye ediliyor. Güveci daha verimli ve uzun yıllar kullanabilmek adına. Pişirirken kısık ateşte ve olabildiğine uzun süre pişmesi lezzeti kat kat artırıyor. Diğer önemli nokta ise yemek piştikten hemen sonra başka bir tencereye boşaltmak gerek. Hele artan yemeği güveçle kaldırmayı asla düşünmeyin. Boşalttıktan sonra yine sıcak suyla yıkayıp kaldırın. Dibi tutmuş tencereyi yumuşasın diye ıslatıp bırakırız ya. Bu da güveç için yanlış bir hareket olur. Sinirden çatlayıverir mazallah. Kuruduğundan tam emin olsanız bile kaldırırken kapağını tam kapatmayın ki hava alsın. Böylece kötü koku oluşumunu önlemiş olursunuz. Benim ilk güveç denemem kusursuzdu. Sizlere de kolaylıklar diliyorum. Leziz sofralarınız sevdiklerinizi buluştursun. Mutluluğunuz katlanarak çoğalsın. Afiyet olsun...

18 Ağustos 2016 Perşembe

Ağlamak İstiyorum

    Ağlamak istiyorum. Gözyaşlarımı saklama gereği hissetmeden. Güçsüzlüğümü saklamaya çalışmadan. Kimselerin görmediği, sesimi kimsenin duymayacağı bir yerde. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Ve çevremde nazımı çekecek insanlar istiyorum. Moralim bozukken kurduğum cümlelerin veya asık suratımın altında mânâ aramayacak insanlar. Derdim artık içime sığmayıp küçük ipuçları verdiğimde, kendi dertlerinin büyüklüğünden dem vurup, herkesin dertli ama ayakta olduğunu söylemeyecek insanlar. Çocuğu olmayan veya çocuğunu kaybeden insanları anlatıp halime şükretmemi isteyenleri de istemiyorum. Ben sadece ağlamak istiyorum. Biraz rahatlamak. Veya sadece kafa dağıtmak. Akşam yemeğini, çocukların uykusunu, çantaya koymayı unuttuğum bir şey var mı diye düşünmeden çıkmak. Lunaparkta rahat rahat çığlık atmak, vitrinlere boş gözlerle bakmak, kiloları düşünmeden abur cubur yemek, müzik dinlemek, küçük bir parkın havuzunu seyrederken düşüncelere dalmak saate aldırmadan. Oynayan çocuklara bakmak, sadece gülümseyerek. Çok büyük şeyler istemiyorum. Deniz kenarı veya cıvıldayan kuşlar filan. Ben sadece bir günlüğüne tekrar çocuk olmak istiyorum.

Robot değilim ben. İnsanım hemde fazlasıyla duygusal bir insan. Yorulduğum zamanlar olacak elbette. Bu benim halinden şikayetçi, mutsuz veya güçsüz olduğumu göstermez. Eğer siz de ağlayan bir kadın görürseniz bilin ki onun akıl almaya değil sadece bir dosta, veya anlayışa o da olmadı sadece sessizliğe ihtiyacı vardır. Ona bir omuz verin, bir mendil verin ya da en iyisi bir fincan kahve verin. Ne güzel demişler
 "Gönül ne kahve ister ne kahvehane;
Gönül sohbet ister, kahve bahane"

9 Ağustos 2016 Salı

Mahremiyet Eğitimi

       3 yaşını dolduran kızım eylül ayında kreşe başlayacak. Bu durum bende bazı endişelere yol açtı. Anneanne babaanne de farklı şehirlerde yaşadığı için çocukları bırakıp dışarı çıkma, dolayısıyla birkaç saat bile ayrılık yaşamadık. Evde oyunları birlikte oynadık. Dışarıda 2 metre gerisindeyim. Yaşıt arkadaşlarının abla veya abisi var. Top sahasından kardeşine göz kulak oluyorlar. Anne yanında değil. Ve büyük ölçüde özgürler. Her an herşeyi şikayet edeceği anneleri yok. Abi ve ablalar büyük bir problem olursa müdahil oluyor.
           Kızıma mahremiyet eğitimini yeterince verdiğimden emin değilim. Maalesef toplumumuzda çocuğu bir birey olarak görüp öperken izin alma hassasiyetİ herkeste yok. İzin istemeden öpmeye kalkan olursa kızımın tavrı biraz sert oluyor. Sonra bana dönüp "niye yabani bu kız böyle. Sen çok sıcakkanlısın" diyorlar. Beni de izinsiz öpmeye kalkarsanız ben de yabani olurum diyemiyorum. "Önce izin istemelisiniz" diyebiliyorum sadece. Bir de kendini öptürmek isteyenler oluyor. Onları hiç anlamıyorum zaten. Bu konuda yardım aldığımız bir Pedagog anne-baba dışında istisna yok demişti. Bu teyzen bunu öp, bu enişten bişey olmaz, bu abinin arkadaşı bişey olmaz der çocuk istismarına gider bunun sonu. Kesinlikle öptürmesi veya öpmesi için teşvik etmeyin, veya ısrarcı olmayın demişti.
           Bir de çocuğunu dudaklarından öpen anneler vardır. Veya çocuğunun yanında öpüşen anne babalar. Anne babanın çocuğuna duyduğu sevgi sonsuzdur. Ancak bu davranış çocuğun mahremiyet eğitimi için çok yanlış bir davranıştır. Çocuk, anne babasının birbirini sevdiğini görünce çok mutlu olur. Güvende hisseder. Ancak dudaktan öpüşmek çocuğun gözü önünde olmamalı.
            Çocuklarımıza kıyafet seçerken kadınsı veya erkeksi değil yaşına uygun giydirmeliyiz. 4-5  yaşında çocuğa daracık mini elbise, topuklu ayakkabı giydirmek, makyaj yapmak teşhirciliği öğretir. Sonra ona iltifat edip dokunmak isteyen olunca amacına ulaştığını düşünebilir. Kendini beğendirme çabası içine girmemeli o yaşta bir çocuk. İzni olmadan dokunmak isteyen olursa bağırmayı öğretmeli.
          Anne babadan hiçbir şey gizlenmemesi gerektiği anlatılmalı ve sık sık "bundan kimseye bahsetme" deyip bir şey yapan veya söyleyen oldu mu diye sormalı. Tabi bundan önce çocuğun güvenini kazanmış olmak gerek. Daha önce ikinizin arasında geçen ve utandığını bildiğiniz olayları başkalarına anlatmak güven sarsar. Çocuklar oyun oynarken de dinlenmeyi çok güzel yaparlar. Karşılıklı güven çok değerlidir ve zaman ister.
          Hiçbir zaman ikinci bir yetişkinle bir odada kapı kapalı olarak bulunmaması öğretilmeli. Cinsiyet fark etmez. İstenmeyen bir durumla karşılaşınca da anında müdahale etmeli ve çocuk o ortama tekrar girmemeli. Okul, kreş, kurs,  belki bir komşu veya akraba. Sorumlu kim olursa olsun üstü kapatılmamalı. Okul değişikliği, ev değişikliği ne kadar zor olursa olsun. Aynı kişileri görmek aynı ortamda bulunmak  çocuktaki travmayı daha büyük ve altından kalkmayacağı bir hale getirir. Hiçbir çocuğun böyle kötü muameleye maruz kalmaması  dileğimle...

28 Temmuz 2016 Perşembe

Yeşil Mercimekli Erişte Çorbası

Merhaba, şimdi mükemmel besleyici, doyurucu ve lezzetli bir çorba tarifi vereceğim. Bizim kuzucukların en sevdiği çorba. Bu çorba olunca başka yemek yemiyorlar. O yüzden duble kıymalı yapıyorum artık. Çorbalık ayırdığım küçük paket değil de yemeklik 200 gr lık paketlerden. Ayrıca erişteyi de yumurtalı makarnaları kırıp kullanıyorum. Hazır yumurtalı erişte çok iri. Makarnasını alıp kırıyorum ben. Ev yapımı erişteniz varsa ne ala. Önce malzemeler

1 orta boy soğan
1 bardak yeşil mercimek
1 bardak erişte
200 gr kıyma
Yarım kaşık domates salçası
Yarım kaşık biber salçası

Yapılışı
İşe mercimeği ocağa koyarak başlıyoruz. Biz diğer malzemeleri hazırlarken o pişmeye başlasın ki zamandan kazanalım. Malum mercimeğin pişme süresi oldukça uzun. Yıkayıp küçük bir tencereye aldığımız mercimeklerin üzerini 1 parmak geçecek kadar su doldurup ocağı yakıyoruz.
Bu arada soğanı doğrayıp kavurmaya başlıyoruz. Sonra kıymayı ekliyoruz ve ardından da salçayı. Adana'nın havasını soluyup suyundan içmiş birisi olarak yemekleri salçalı severim ben. Salça ölçüsü tercihinize kalmış. Salçayla da 1-2 dakika kavrulduktan sonra bir miktar pişmiş olan mercimeği çorba tenceremize ekliyoruz.
Üzerine bir miktar daha su sonra da eriştelerle buluşma zamanı geldi.
Erişteler de piştikten sonra çorbamız servise hazır. Afiyet olsun

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Çocuklarda Şiddet Eğilimi

Milletçe zor bir dönemden geçiyoruz. Darbe girişimi şehit haberleri. Tedirgin bir şekilde ve hayretle izliyoruz haberleri. Bu süreçte kızımdaki değişim de beni ayrıca endişelendirmeye başladı. Şiddet görüntülerini göstermemeye çalışsak da bir şekilde görüyor. Haber izlemeden olmaz. Peki ne yapmalıyız onların etkilenmemesi için. Öncelikle yaşananlara dair sorulara verdiğimiz cevaplar baştan savma olmamalı. Çünkü bir sonraki soru, sizin önceki cevabınız üzerinden şekilleniyor. Örneğin daha önce bir kavga gördüğümüzde
"-anne bu adamı neden dövüyor diğeri?
+çünkü ona kızmış..."
Cümlenin devamında başka açıklamalar yapmama rağmen ilk cümlenin kalıcı olduğunu kızım bana göstermişti.  Başka bir zaman bana kızdığı zaman "senin eline yara koyacam beni kızdırdın" diyordu. Böylesi önemli konularda iyi düşünüp kısa ve net cevaplar vermek gerekiyor.

Şiddet içeren yayın izlerken kendi tutumumuz da çok önemli. Odaya girdiğimde eşimin tv izlediğini, kızımın da oturmuş babasını izlediğini gördüm. Çünkü daha önce görmediği veya karşılaşmadığı bir davranış var ve buna karşı nasıl bir tavır takınacağı konusunda en ufak bir fikri yok. Her zaman olduğu gibi aynen "kopyala yapıştır" yapıyor. Baba kızıp bağırırsa, en ufak bir terslikte bağırıp ağlamayı, takdir ve onay sözcükleri kullanırsa birşeyleri zorbalıkla elde etmeye çalışmayı, sakin ama onaylamayan sözleri duyarsa olayları sakince ve konuşarak çözmeyi öğrenir. Bunu aslında çoğu anne bilir ama uygulamak zordur. Mutsuz bir anne çocuklarına yeterli sabrı gösteremez. Aklı yerine öfkesini dinlerse de sabırla inşa ettiği ahlak duvarında delikler açar. Ve bozulanı tamir etmek yeni yapmaktan zordur. Geleceği biz anneler inşaa ediyoruz. Şiddet yanlısı veya kendi ülkesinin huzuruna, kendi yurttaşının canına kasteden çocuklar değil de yürekli, vatansever,  çalışkan en önemlisi de ahlaklı çocuklar yetiştirelim. Bizler geleceğin mimarlarıyız. İyi insanlar yetiştirelim iyi bir gelecek için.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Deniz Keyfi Korkuya Dönüşmesin!

        Babaannemiz sahil kentinde oturduğu için, bayramda tatile mi yoksa memlekete mi gidelim gibi bir derdimiz yok. Her tatil, her bayram bizim için deniz demek. Evden çıkınca 5 dakika sonra plajdasın. Bu sene ramazan bayramında biz de sezonu açtık. Kızım geçen sene denize girdiğini hatırladığı için pek bir istekliydi. Geçen sene öyle güzel yüzüyordu ki kolluksuz da yüzebileceğini sanıp bunları takmayın diyordu. Cahil cesareti bu olsa gerek:) Bu arada küçük bir hatırlatma yapmakta fayda var. Bebekleriyle ilk defa denize girecekler için. Biz geçen sene envai çeşit simit, bot, yelek vs almıştık. Halbuki sadece kolluk yetiyormuş. O kadar masraf etmeye gerek yok. Hem ucuz hem de kullanışlı. Botlarda devrilme riski var ayrıca akşam üzeri denize girdiyseniz üstte kalan kısımları üşüyor. Veya tamamen suya girmediği için yeterince zevk almıyorlar. Hem kolluklarla yüzme alıştırması yapmış oluyor. Ağzına su kaçmasın diye o sıkı sıkı kapattığı dudaklarıyla gülümsemesi çok tatlı oluyor. Velhasıl denize giderken mayo, güneş kremi ve kolluk yetiyor.
        Büyük bir özlem ve heyecanla koştuk denize. Ah bu deniz olmasa bu şehrin  sıcağına hiç dayanılmaz. Kızım keyifle yüzerken hemen yanıbaşımızda bir çocuğun çığlıklarıyla irkildik. Babası çocuğu suya batırıyor, yavrucak sudan çıkıp nefesini toplamaya çalışırken, çirkin bir sırıtışla çocuğu tekrar batırıyordu. Kızım şaşkınlıkla olanları izliyor ve soruyordu "anne bu adam çocuğa ne yapıyor. Babasını çağıralım onu kurtarsın" Kızıma ne cevap vereceğimİ bilemedim. Çünkü onun mantığına göre anne babalar çocuğuna zarar vermez, bu yüzden bu adam o çocuğun babası olamazdı. Bu hiç insanca değil. Bütün keyfimiz kaçmıştı. Bu  içler acısı manzarayı kızımın görmesini istemediğim için oradan uzaklaştık. Eşimin yanına yüzdük. Çok şakacı biri olan eşim bu defa büyük bir zamanlama hatası yaparak balık seni yiyecek şakası yaptı. Kızım öyle bir çığlık attı ki. Ve artık sudan korkuyordu. Suyun altından her an birşey çıkabilir diye tedirgindi. O gün kızım sürekli ağladığı için çok fazla duramadık. Daha sonraki günler de o korkusunu yenmesi için saatlerce konuşmamız gerekti. Balıkları annesi çağırmış uzaklara gitmişler. Zaten onlar çok küçük bize zarar veremezler vs. Kız çocukları biraz daha hassas oluyor sanırım. Oğlumun gülmekten kırıldığı bir şakadan kızım korkabiliyor. Aslında her çocuk bir kitap. Onları iyi okumak gerekiyor. Bazen bir şaka izi kolay kolay silinmeyecek acı bir tecrübeye dönüşebiliyor. Öncesinde şahit olduğumuz kötü manzaranın etkisi de büyük elbette. Özellikle büyük bir eğlence olacak bir eylemin korkuya dönüşmesinİ istemeyiz. Bu yüzden azami dikkat etmek gerekiyor. Bol kahkahalı, çok eğlenceli, mutluluk dolu tatil diliyorum.

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Enerji Vampirlerine Yem Olmayın

            Benim enerji vampiri diye tabir ettiğim bir grup insan vardır. Bayram geldi. Akrabalarla, eş dostla görüşülecek. Enerji vampirlerinden uzak durmakta fayda var. Hele ki bizim gibi ekstra enerji gereksinimi duyan annelerin özellikle dikkat etmesi gerek. Peki kim bu enerji vampirleri? Efendim enerji vampirleri her yaş ve meslek grubundan olabilen, insanların pozitif enerjilerini emen, mutsuz hissetmenize sebep olan insanlardır. Bu insanlara sadece kötümser demek basit kalır. Onlar kendi negatif enerjilerini diğer insanlara boşaltır ve sizin mutluluğunuzu emer.
            Bildiğiniz gibi mini mini iki çocuğu olan bir anneyim. Aylar önce bir enerji vampirinin evine gitme gafletinde bulundum. Bu enerji vampiri, türünün tipik davranışlarını bana da gösterdi ve günün sonunda küçük bir gülümsemeye dahi halim kalmamıştı. Çocuklarım için benden daha çok endişeleniyor gibi gözükerek çevreye düşünceli kadın imajı çizmesiyle, çocuklu ortamlardaki tipik davranışını sergiledi. Rahat bir insan olan ben artık diken üstünde ve endişeyle bakıyordum çocuklarıma. “Amaaan ordan düşer, onu kırar da bir yerini keser, koşma düşersin” gibi yüksek sesle söylediği uyarı cümleleri sizin berbat ve yetersiz hissetmenize sebep olur. Çünkü gerçekte kırar dediği şeye çocuk daha elini bile uzatmamış, oradan düşer dediği yere çocuk sadece bakmıştır. Kışın çocuğun kıyafetini kalın bulursa “böyle alıştırma” ince bulmuşsa “ayyy hasta olacak” der. Çocuğunuz iştahla yiyorsa “obez olacak bu kadar yedirme” iştahsızsa “çok küçük kalmış, ona bırakırsan acından ölür zorla yedir” der.
             Küçük çocuğu olmayanlar da onların etkisinden kurtulamaz. Bu insanlar sözde dünyanın en büyük dertlerini çekmiş ve halihazırda çekmektedir. Hep dertlerini anlatır, çare arar, sizin önerilerinizi bir şekilde boşa çıkarır. Onlara acımanıza ve çok küçük şeyleri dert ediyorum bu kadar basit şeyle bile başa çıkamıyorum diye kendinize kızmanıza ve yine berbat hissetmenize sebep olur. Bunlar bir derdi olan ve sizi dost bilip paylaşan sevenleriniz değildir yanlış anlaşılmasın. Bu onların yaşam biçimidir. Hayatına bakınca sizden rahat, sizden mutlu ama konuşmaya gelince bir gün bile yüzü gülmemiş dünyanın en dertli insanı oluverirler. Kendini beğenir, kimseyi beğenmezler. Başarısızlık bahaneleri de zor yaşam şartlarıdır. Bazıları bir göz teması veya beş dakikalık muhabbette bile enerjinizi çalacak kadar işinin ehlidir. Gülümsemeniz onları yıldırmaz. Sonuna kadar savaşır enerjinizi çalmak için. Konuyu değiştirişiniz, yine bir yerden dertlerine bağlar. Hep konu kendileri olmak ister. Diğer insanları yok sayar. Garip olan da acaba ben de öyle miyim dertlerimle insanları üzüyor muyum diyenler değil, hiç üstüne alınmayanlardan çıkar enerji vampirleri.  Tek çözüm bunlardan uzak durmaktır. Aman sevincinizi kaptırmayın. Mutlu bayramlar

1 Temmuz 2016 Cuma

Ekmeksiz Yaşarım Ama Emziksiz ASLA


Oğlum daha yeni doğduğunda emziği tutması için çok uğraşmıştım. O çıkardı ben ittim. Emzik vermeden önce  bırakmanın problem olacağını düşünerek kararsızdım ama hiç susmayan oğlum beni mecbur bıraktı. Nitekim sıkı bir emzik bağımlısı oldu. Hatta ona bir isim bile koydu. Biş:-D Emzik yere düşünce tekrar almaya kalkışırsa"hayır ağzına alma oğlum o pis" diyorduk. Ordan çağrışım yaptı sanırım oğlum artık emziğe biş demeye başladı. Böylece bizim evde emziğin adı artık Biş oldu. 1 yaşına kadar reflüden dolayı aşırı derecede kusması ve aralıksız ağlaması vardı. Ayrıca diş çıkardığı için emziği dişlerini kaşımak için kullanıyordu. Yani bu  dönemde emziği geceli gündüzlü kullandı. Dişleri çıktıktan sonra emziği sadece gündüz vermeye çalışıyordum. Çünkü emzik sürekli kayboluyor ve uyku vakti telaşla emzik aramak çok sinir bozucu oluyordu. Emziğin askısı olmasına rağmen askıya da çıkarıp, hiç olmadık yerlere atıyordu çünkü. Yatak odasının çekmecesinden bile bulduğumuz oldu. Artık siz düşünün ne kadar detaylı bir arama gerektiğini. Yatakta duran ve asıl emzik kaybolunca kullandığımız yedek olmak üzere 3 emzik vardı ama birini kaybedip diğerine geçiyordu. Yani her şekilde uyku vakti emzik arama telaşımız oluyordu.  Bunun sonucunda gündüz emziği tamamen kestik. 20 ayı doldurunca artık yavaş yavaş gece de bırakması gerektiğini düşünüyordum. Bir arkadaşım emziğin ucundan azıcık kesmemi ve delik emzikten eski hazzı alamayacağı için kendisi bırakacağını söylemişti. Eğer bırakmazsa belli aralıklarla azar azar kesmemi söyledi. 
         Bundan 1 ay kadar öncesinde oğlum uykuya dalmakta çok zorlanmıştı. Çok uykusu var, gözlerini kapatıyor ama uyuyamıyordu. Aynı gece sık sık uyandı. Sabah emziği dişleriyle deldiğini farkettim. Yeni emzik almak yerine bıraktırmaya karar verdim ve böylece süreç başlamış oldu. Emziğin ucunu azıcık kestim. Bu arada emzik kesik olduğu için temizliğine daha çok dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum. Her gün kaynamakta fayda var. Oğlum o akşam uykuya dalarken o kadar da zorlanmadı. Belli aralıklarla kısalttım emziği ama hiç bırakacak gibi durmuyordu. Yine uyurken emzik istiyor ve büyük bir iştahla emiyordu. Ta ki emzik bu hale gelene kadar.

Bu defa ısırıp kendisi koparmıştı.  Birkaç gün uyurken yine emzik istedi. Verdim ama artık dudaklarıyla tutacak kadar bile kalmamıştı. Ağlayarak bana geri verdi emziği. Oğlum bak emzik bitmiş dedim. İlk günler eğer çok yorgun değilse uyumakta zorlandı. Bunu fark ettikten sonra onu estra yormaya çalıştım. Çok zor olmadı. Hatta emzikten sonra gece uyanmaları da kesildi. Tabi onu rahatsız edici aşırı sıcak veya bir hastalığı filan yoksa. Şimdi emziği tamamen bıraktı. Bazen elini ağzına alıyor. Parmak emme gibi değil ama. 4 parmağının hepsini birden ağzına alıyor. Ayrıca bu durum uykuda olsaydı tekrar emzik almayı düşünüyordum ama neyse ki gece yapmıyor.  İyice alışkanlık olmadan bıraksın diye elini her ağzına aldığında elini meşgul edecek bir şey veriyorum veya bir oyun başlatıyorum. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayalım. Tüm anne ve bebeklere emzikle vedalaşmada başarılar diliyorum

27 Haziran 2016 Pazartesi

Zorla Güzellik Olmuyor

      Kabul ediyorum enerjim yetmiyor artık. Ama içimdeki idealist anne dürtüsü beni rahat bırakmıyor. Çocuklara televizyon açıp, keyfime bakmayı deneyebilirim. Ama olmuyor. Hergün kahvaltıdan sonra ev içinde aktivite, öğlen uykusundan sonra da dışarı çıkıyoruz. Sabahki oyunların artık biraz daha dışında olabiliyorum. Onlara nasıl oynayacaklarını öğretip izliyorum. Ama akşam üzeri park maceramız son günlerde işkenceye dönüşüyor. İşkenceye sıcak hava ve orucu katmıyorum. Kızım parkta oyuncaklarla oynayıp eğleniyor ama oğlum sürekli sitenin dışına çıkmaya çalışıyor. Yusuf doğmadan önce Elifyağmur böyle yaptığı zaman kızımı serbest bırakırdım. İstediği yöne gider, ben müdahale etmeden yanında yürürdüm. Kızımı yalnız bırakıp oğlumla gezintiye çıkamıyorum. Elifyağmur oyuncaklarda eğlenmek istiyor. İkiye bölünmek istiyorum. Veya yalnızlığımı iliklerime kadar hissediyorum. Yine dağıttım konuyu. İnsanın anlatacak çok şeyi olunca böyle oluyor. Park maceramız nasıl bir çileye dönüşüyor anlatayım.
        Aşağı indiğimizde oğlum parkta en fazla 5 dakika geçiriyor. Sonra onu tutmak mümkün değil. Apartmanın arka tarafında arabaların girdiği kapıya gidiyor. Babası ordan geldiği için babasına gitmek istediğini düşündüm. İlk gün o tarafa doğru yöneldiği zaman kucağıma alıp gitmesine izin vermedim. Kucağımda onu sakinleştirmeye çalıştım. Baban daha gelmedi. Biraz daha çalışması gerekiyor. Ne zaman geleceğini soralım vs. O gün saat 17.00 den 19.30 a kadar belki 15-20 defa aynı şeyi tekrarladık. 22 aylık bir çocuğu kucakta tutmak takdir edersiniz ki oldukça zor. O gün bedenen oldukça yorulmuştum. Her defasında onu yoldan çevirip kucaklamak, direnişe rağmen kucakta tutmak, yine sakinleştirmek için kucakta konuşmak çok çok zordu. 19.30 da babasına devrettim. Yarım saat sonra da eve çıktık. Sonuç; iftarda kaşığı kaldırmaya gücü kalmamış bitmiş bir anne.
         Ertesi gün yine park zamanımız geldiğinde çok isteksizdim. Dünkü şeyleri yaşamamak için taktik değişikliğine ihtiyacım vardı. O gün oğlum yine arka tarafa yönelince gayet ciddi ve kararlı bir şekilde "hayır orası tehlikeli arabalar çarpabilir" dedim ve elinden tutarak getirmeye çalıştım. O gün kötü anne olmuştum. Kızımın yanından uzaklaşmak beni endişelendiriyordu ve bu problemi çözmeliydim öyle veya böyle. Ama oğlum vazgeçmedi. Onu yolundan her çevirdiğimde ağladı, yerlere yattı, çığlık çığlığa bağırdı. Ben de her defasında kızma düzeyini yükselttim(bunu söylerken utanıyorum) kaşlarımı çattım, sesimi bir tık yükselttim, ona öfkeli ve tehditkâr bakışlar fırlattım. :'( Ama sonuç değişmedi. Oğlum yine karalıydı. Sadece ben bedenen değil ruhen çok yorulmuş ve vicdan azabından kıvranıyordum. Nitekim çocuklar uyduktan sonra uzun uzun, hıçkıra hıçkıra ağladım. Başka bir yol, tatlı bir çözüme ihtiyacımız vardı.
        Ertesi gün(spor ayakkabılarla indim parka) oğlum yine arka kapıya yöneldiğinde engel olmadım. Onu sakince 10 metre kadar uzaktan takip ettim.  Yola çıkmaya kalkışınca koşup yakaladım ve "HAYIR" dedim sadece. Elinden tutup birkaç adım geriye çektim. Aynı şey 3. defa tekrarlandığında tehlike sınırını öğrenmişti. Kapının bir adım ilerisi yasaktı. Dışarı çıkmayacağını öğrenince kızımı ve oğlumu görebileceğim orta noktada bekleyip kontrol ettim ikisini de. Oğlum uzun uzun gelen arabalara baktı. Babasının yolunu gözledi. Bir çözüm yolu bulmuştum ama elbette anneliğin kolayı yok. Yine endişe duyuyordum onlardan uzak olmak çok rahatsız ediyordu beni. Ama şimdilik en makul çözüm yol bunu buldum. Önerileri memnuniyetle kabul ederim.
Benim inancım hiçbir çocuk inat veya şiddet yanlısı vs doğmaz. Elbette her bebek karakteriyle doğar ve bazı yanları daha silik veya bazı şeylere daha yatkın olabilir. Ama neticede onların karakterine şekil veren büyük ölçüde aile, sonra da çevredir. Çocuklarıma doğduğu günden itibaren ağlamayla bir şey elde edemeyeceğini öğretmeye çalıştım. Olmayacak bir şey istiyorsa ağlaması kararımdan döndürmedi beni. Bu "bırakın saatlerce ağlasın demek değil". Ağlarken onunla ilgilendim. Aşırı derecede hırçınlaşmadıkça ağlarken yalnız bırakmam. Sevgimle sakinleştirmeye çalışırım. Ama markete gidince elbette abur cubur krizleri biz de yaşıyoruz. Veya parktan eve dönüşte. Ama belki ağlamamız saatlerce değil de 10 dakika sürüyor. Uykusuzluk veya hastalık gibi ekstra bi ağlama nedeni yoksa. Tüm annelere sağlam bir psikoloji ve park seanslarında kolaylıklar diliyorum.

24 Haziran 2016 Cuma

Oyuncak Kavgası Ve Tatlı Çözümler

      Sevinçten içi içine sığmamak deyimini bugün tam anlamıyla iliklerime kadar hissettim.  Beni mutlu eden olay çocuklarımla ilgili. Dün yemek yapmak üzere mutfağa girmiştim. Kızım yanıma gelip kumandalı arabasını istedi. Çünkü bizim evde oyuncakların büyük kısmı yatak odasındaki kolilerde gizlidir. Oyuncakların hepsi ortada olunca hem dikkat eksikliğine sebep oluyormuş (çok fazla oyuncağı aynı anda görüp hangisiyle oynayacağını şaşırıyor. Bir oyuncakla uzun süre oynamıyor ve bu alışkanlığa dönüşüyor. Dikkat zamanla gelişen bir şeydir. Onu desteklemeliyiz) hem de oyuncaklar değerini yitiriyor. Onları en mutlu eden şey oyun. Oyuncakları değersizleştirmek bence onlar için çok büyük kötülük olur. Elbette buna izin veremem. Ayrıca az oyuncak olunca toplaması da kolay oluyor. Neyse konumuza döneyim.
      Kızıma kumandalı arabayı verdim ama biliyordum ki birazdan çığlıklar yükselecek. Tabi arabnın sesini duyan Şuşup(ablası ona böyle hitap ediyor) koştu geldi. Oğlum arabayı istiyor, kızım vermek istemiyor. Kriz anında sakin olup çözüm yolu bulmak oldukça zor. Ama bu kez başardım. Kızımı oturtup kumandayı eline verdim. O kumandayla arabayı holde sürüyordu. Araba sık sık halıya takıldığı için kurtarma görevini de oğluma vermişti. Arabanın peşinden koşmak ve takıldığı zaman alıp ablasına getirmek çok eğlenceliydi. Büyüğe ablalığını hissettirecek önemli görevler, küçüğe de oyuna dahil edecek basit görevler vermek gerekiyor.
     

Aslında bütün mesele sakin olabilmekte. Kriz anında onlar avazı çıktığı kadar bağırırken veya ablası küçük kardeşinin suratına boydan boya 3 tırnak izi bırakmışken, küçüğün gözyaşını büyüğün öfkesini görüp hâlâ sakin kalabilmek. Bu sabırdan farklı bir şey. Kabul ediyorum çok çok zor ve her zaman başarabildiğimi söyleyemem. Ama başardığım zaman onun mutluluğu günlerce içimden çıkmıyor. Bazen durduk yerde aklıma gelip yüzümü güldürüyor. Tüm annelere bitmek bilmeyen bir sakinlik diliyorum.

20 Haziran 2016 Pazartesi

Çocuğum Neden Konuşamıyor?


Çocuğu henüz konuşmaya başlamamış bir çok annenin ortak derdi.. Bebeklerde konuşma ne zaman başlar. Ne zaman endişelenmeye başlamalıyız. Konuşmayı geciktiren etkenler. Çocuğumuzun dil gelişimini desteklemek için neler yapabiliriz? Bu konularda öğrendiklerimi ve tecrübelerimizi aktarmaya çalışacağım.

Kızım doğduğu günden itibaren onunla hep konuştum. Severken dahi kucağıma alıp sevmek yerine karşıma oturtup(veya yatırıp) göz kontağı kurarak sevgimi gösterirdim. Hatta çevremdekiler, kızımın kucak sevmemesine şaşırırdı. Ben sevgimi kucağıma alarak değil, gözlerinin içine bakarak, okşayarak sevgi sözcükleri fısıldayarak gösterdim. Ayrıca ilk aylardan itibaren yaptığım her eylemi kelimelere dökerek, onun dil gelişiminin temelini atmış oluyordum. Bak kızım mutfağa geldik, ışığı açtık, baban geldi gibi. Nitekim ilk kelimesini 8-9 aylıkken söylemişti. Bu ortalama 12-18 ay civarında olur. Ayrıca 2 yaşına kadar televizyon dil gelişiminin yanı sıra zihinsel gelişimini de olumsuz yönde etkilediği için televizyon almadık. Evlenirken eşimle kaliteli zamanımızı çalacağını düşündüğümüz için televizyon almamıştık zaten. Evde televizyon olmadığı için akşamları bütün vaktimizi kızımızla ilgilenerek keyifle geçiyorduk. Hayalimdeki mesleklerden biri de okulöncesi öğretmenliğiydi ve çocuklarla oyun oynamaktan büyük keyif alırdım. Kızımla da tüm gün oyunlar oynayıp şarkılar söyleyerek geçirirdik. Ta ki küçük misafirimiz gelene kadar. Oğlum doğduğunda Elifyağmur 16 aylıktı. Erken doğmuş, emmeyi beceremeyen ve şiddetli reflüsü olan bir bebekti Yusuf. Ondan sonra kızıma yeterince vakit ayıramadım. Uyku nedir bilmeyen ve sürekli ağlayan oğlum bütün enerjimi alıyordu. Ondan sonra biraz daha kolayı tercih etmeye başladım. Kızımla hep birebir ilgilenirken, telefon tablet vs çok nadir izin verirken bu bizim için artık sıradan olmaya başlamıştı. Oğlum 16 aylıkken artık bir televizyonumuz vardı. Öğlen uykusundan sonra parkta en az 2-3 saat geçiririz ama evde olduğumuz zaman televizyon izlemelerine pek  fazla karşı çıkamıyorum. Kızım ve oğlumun dil gelişimini karşılaştıracak olursam oğlum vasat ama kızım çok çok ileri. Kızımda dikkat ettiğim ama oğlumda uygulamayı başaramadığım verimli zaman geçirme. Kızımda şiddetle kaçındığım ve maalesef oğlumda göz yumduğum onları hipnotize eden, düşünmesini engelleyen televizyon ve tablet.

Çocuğunuzun konuşmasının geciktiğini düşünüyorsanız onu desteklemek için birkaç alıştırma

Çevrenizdeki eşyaların isimlerini tanıtabilirsiniz. Bunu sesinizdeki tonlamayla ilgi çekici bir şekilde yapmalısınız. "Aaa bak bebek" vs gibi

Basit kelimeleri söyleyebiliyorsa iki kelimeden oluşan cümleleri sık sık tekrar edin "baba gitti" gibi. Sesimizde tonlama yapmayı unutmuyoruz. Hani çocuk programı yapan sunucular gibi coşkuyla.

İki kelimeyi de öğrendi çocuğumuz. Sıra geldi 3. kelimeye. "Baba işe gitti" Ayrıca bu kelimeleri söylerken ona bir miktar süre tanıyın ve tekrarlamazsa siz yine tekrar edin.

Sohbet edin. Gün içinde yaptıklarınızdan veya yarınki planlarınızdan bahsedin. Küçük sorular sorun. Kısacası konuşmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu hissetsin.
Artık 3 kelimeden oluşan cümleler kurabiliyorsa kitap veya dergilerdeki bir fotoğrafı gösterip onu yorumlamasını isteyin. Mesela "bu kız ne yapıyor. Peki bu kim. Sence ne yapmalı"  vs gibi.

Son olarak, rahat olmaya çalışın. Gereksiz endişeniz çocuğunuza da negatif olarak yansıyacaktır. 2 yaşını doldurmuş ama hala basit kelimeleri söylemiyorsa bir uzmana danışmanın zamanı gelmiştir. Zira konuşmamak bebeğinizi hırçınlaştırır. Çok gecikmeden çözüm yoluna gidilmelidir. Mutlu günler...

17 Haziran 2016 Cuma

Kolay İçli Köfte Tarifi

    Malum mübarek ramazandayız. Gün içinde en az 1 saat tempolu yürüyüş yapan biri olarak(ben değil telefonun adımsayarı diyor) akşama kadar bin türlü yemek aklıma geliyor. Dün yine kuzucuklarla oyun hamuruyla oynarken, birden kendimi içli köfte yaparken buldum. Eskiden hayvan figürleri yapan ben, şimdi oyun hamurundan köfte, kurabiye, içli köfte yapıyorum. Olsa da yesem derken içli köfteyi tepside yapmak aklıma geldi. Daha önce bir davette tepside yapıldığını görmüştüm zira. Çocukları öğlen uykusuna yatırıp kolları sıvadım. Yaparken paylaşmak aklıma gelmediği için fotoğraf çekmedim ama iftardan sonra bir dilimi fotoğrafladım. Yapımı oldukça basit olan kolay içli köfte tarifim.

Malzemeler

Hamuru için,
4 bardak ince bulgur
2 bardak irmik
Yarım bardak un
1 yumurta
3 tane haşlanmış patates
1 kaşık biber salçası
1 kaşık domates salçası
Tuz, Kara biber, kırmızı biber, kimyon

İç malzemeleri
2 adet soğan
1 çay bardağı sıv yağ
Yarım kg kıyma
1 bardak iri çekilmiş ceviz
Tuz, karabiber, reyhan

Yapılışı:
Daha önceden içli köfte yapmışsanız hamurunu kendi tarifinizi uygulayabilirsiniz ancak bunun biraz daha yumuşak olması gerekiyor. Bu yüzden ben içine haşlanmış patates rendeledim. Öncelikle bulgur ve irmiği bir tepside kaynar suyla ıslatalım. Bulgur biraz yumuşadıktan sonra diğer malzemeleri ekleyip yoğuruyoruz. Yeterince yoğurduktan sonra hamuru iki parçaya böldükendine sonra üzerini örtüp dolapta dinlenmeye bırakıyoruz. Soğanları doğrayıp genişçe bir tavada yağımızla kavurmaya başlıyoruz. (İsterseniz önce kıymayı da kavurabilirsiniz. Ben soğanın kokusu kalmasın diye önce soğanı iyice kavurmayı tercih ediyorum) Ardından kıymayı ve baharatlarını ekliyoruz. İçli köfteye kuru reyhanı çok yakıştırıyorum. Yine sizin tercihiniz. Kıyma da kavrulduktan sonra cevizle de 1-2 dakika kavurup altını kapatıyoruz.
Hamurumuzun yarısını alıp yağlanmış tepsiye elimizle iyice yayıyoruz. Bu işlem esnasında elinizi suyla ıslatırsanız işlem daha kolay olacaktır. Üzerine içimizin tamamını döküyoruz. İkinci katı kapatırken daha dikkatli olmak gerekiyor. Parça parça alıp iki elimizin arasında düzleştirdikten sonra kapatmak daha kolay oluyor. Elimizi ıslatıp tamamen düzelttikten sonra 180 derece fırında 20 dakika kadar pişiriyoruz. Afiyet olsun

14 Haziran 2016 Salı

Tuvalet Eğitiminde Mutlu Son

      Çocuk eğitiminde sanırım beni en çok zorlayan tuvalet eğitimiydi. Yazının sonunu okuduğunuzda muhtemelen çok kolay öğretmiş diyeceksiniz ama hikayemiz bir hayli uzun. Öncelikle yaşadıklarımızı, ardından önemli noktaları maddeler halinde ele alacağım.
       Kızım tam 17 aylıkken tuvaletini söylemeye başlamıştı. Altında bez olmasına rağmen "anne çiş yapıyorum" veya "anne kaka yapıyorum" diyordu. Bu durum çevremizdeki tecrübeli annelerin dikkatini çekmişti ve artık zamanın geldiğini, zaten söylediği için hiç zorlanmadan alıştırabileceğimi söylediler. Aslında ben pek aldırmadım. Çünkü oğlum daha bir aylıktı.  Zaten erken doğduğu için çok güçsüzdü ve uzun emzirme seanslarımız oluyordu. Fakat bu fikir eşimin çok hoşuna gitmişti. Hemen bir lazımlık aldık. Kakasını yaparken zorlandığı için, ıkınmaya başlayınca lazımlığa oturtmaya karar verdik. Daha fazla ileri gitmeye niyetim yoktu. Fakat böylece  yanlış bir zamanlama ve kötü bir başlangıç yapmış olduk. Kızım lazımlığa oturunca çığlık çığlığa ağlıyor ve zaten zor yaptığı kakasını erteleyerek durum daha da vahim bir hal alıyordu. Bir süre ara verdik. Artık  kızım 2 yaşına girmişti. Ben yine çevremdekilerin baskısıyla tekrar  denedim. 3. Yaş gününe kadar sayısız denememiz oldu. Örneğin kızımın kaka yaptığını fark ediyorum. "Kakanı tuvalete yapmak ister misin kızım" deyince, "hayır anneciğim ben bezime yapacağım" diyordu. Ta ki o güne kadar. Doğum gününden birkaç gün sonra yine o malum soruyu sorduğumda bu kez olumlu cevap aldım. Evde bütün techizatımız tamdı zaten lazımlık, klozet kapağı, alıştırma külodu vs. Çişini yaptıktan sonra "kızım bundan sonra bezine değil de tuvalete yapmaya ne dersin? Çıkarayım mı bezi?" Şükürler olsun yine olumlu cevap aldım. Çişini öğrenmesi 2 gün sürdü ama büyük tuvaletini 1 haftanın sonunda öğrendi. Uykuda bez bağlamaya gelince; ilk 2 hafta bez bağlamama rağmen sabah kuru uyanıyordu. Akşam bez bağlarken ablalar bez kullanmaz diyordu ama yine de bağlıyordum. Sonra ara sıra ıslatmaya başladı. Ve 3. haftadan sonra peş peşe 3 gün ıslak uyanınca karşıma alıp konuştum. Kızım sen doğru söylüyorsun ablalar bez kullanmaz ama uyumadan önce tuvalete gider. Sen yatarken tuvalete gitmek istemiyorsun. Bu yüzden bez bağlıyorum. Uyumadan tuvalete gidersen bez bağlamam artık dedim. O da kabul etti. Böylece tuvalet eğitimimiz başarıyla noktalandı. Yaptığım tek ve büyük  yanlışa gelince
 Başarıyla sonuçlanan dışında önceki tüm denemeleri, kızımın ve benim hazır olmadığımı bile bile gerçekleştirdim. Özetle tuvalet eğitiminde dikkat edilecek hayati önem arz eden hususları sıralayalım:

1. Kendinizin bu sürece hazır olduğunuza emin olmanız gerekir. Zira bu uzun ve zorlu bir süreç.

2. Çocuğunuzun da hazır olduğuna emin olmanız gerekir. Çünkü ondan artık rahatından vazgeçmesini istiyorsunuz. Geldiği her an bırakıp rahatlayabilirken, oyunun en tatlı yerinde bırakıp tuvalete gitmesini bekliyoruz artık. Buna karar vermek bence her çocuğun hakkı. Zaten zorlamayla olmuyor. Sadece iki taraf da boş yere yıpranıyor.

3. İkiniz de hazırsınız ve artık başladınız eğitime. Bu süreçte çok sık yapılan yanlış, sürekli çişinin gelip gelmediğini sormak. Bunun çocuğu çok sıktığını kitaplarda okumuştum. Kızımda buna çok dikkat ettim. 2-3 saat geçmeden asla sormadım. Yok derse  de üstelemedim. Benim dışımda soran olursa ve bununla da kalmayıp, sen yine de götür gelmiştir diyenlere kızımın tepkisi çok sert oluyordu. 3 saatin sonunda hatırlatma amaçlı sorduğumda yok derse ona güvendiğimi ve gelince haber vereceğini bildiğimi söylüyordum.

4. Çocuğa güven esastır ancak kaçırma durumunu da göz önünde bulundurmak lazım. Alıştırma külodunun içine eski bir atleti katlayıp yerleştirin. Zira alıştırma külodu sıvı geçirmiyor ancak bez gibi de emici değil.

5. Tuvalet eğitimine başladıktan sonra ilk hafta evden çıkmadık. Daha fazla evde kalmaya dayanamadık. Bundan  sonra gittiğimiz yere klozet kapağımızı götürdüğümüz için sorun yaşamadık. Bak senin tuvaletin burda deyince onu benimsedi ve özel hissetmesini sağladı.

6. Büyük tuvaletini öğretmenin daha kolay olacağını düşünürdüm hep. Ama öyle değilmiş. Nedense bir türlü tuvalete yapmak istemedi. Birkaç gün tuttu yapmadı. 2 defa da altına yaptı. Bunu da yine bir anne blogunda okuduğum yöntemle aştık. Kakasını tuttuğunda karnını dinliyor gibi yaptım. Kızım kakalar artık çıkmak istiyor. "Biz evimize gideceğiz, çıkar bizi diyorlar" dedim. Yaptıktan sonra da kakaya el sallayıp güle güle kaka dedik ve sifonu çektik. Bunu yaparken çok eğleniyordu. Ve artık kutsal bir görevmiş gibi onları evine gönderiyordu.


7. Gece bağlama ayrı bir konu bence. Tanıdığım 5 yaşına gelmiş hala alt ıslatan çok çocuk var. Bu uykusunun derinliği, mesane kapasitesi herkesin farklıdır ve bunu en iyi siz bilirsiniz. Ben kafam rahat olsun diye bağlamayı tercih ettim ama kızımın istemediğini gördüm.  O bez bağlamayı istemiyorsa zaten konu kapanmıştır. Güven zedelemeye gerek yok.
Bu süreçte en yakınlarınızın desteğini isteyin ve ortak hareket edin.Özetle kararlı, tutarlı sükunetle  ve karşılıklı güvenle üstesinden geleceksiniz. Yeterki inanın!

12 Haziran 2016 Pazar

Merhaba
Uçarı, hayalperest bir genç kızın, yirmili yaşlarda iki çocuk sahibi olup idealist bir anneye dönüşümünün hikayesi bu. Peki kimdir bu idealist anne. Sümeyra Köse
       Daha okula gitmeden başlamıştı bendeki okuma merakı. Çok okuyan bir anne babanın meraklı kızıydım. Elbette bize de kitap okuyorlardı ama bununla yetinemiyordum. 1. sınıfta hızlı bir giriş yaptım kitapların dünyasına. Okudukça hayal dünyam gelişti. Nihayetinde bütün duyguları zirvede yaşayan, hayalperest bir kız oluverdim. Hayatımın aşkını bulup evlendikten kısa bir süre sonra kızımız Elif Yağmur dünyaya geldiğinde büyük bir değişim yaşadım. Ayaklarım yere basmaya başladı. Annelik büyük bir sorumluluk istiyordu ve bunu başarmaya kararlıydım. Bir yıl sonra oğlum Muhammed Yusuf dünyaya geldiğinde anladım dünyanın kaç bucak olduğunu. Bu zorlu dönemlerde çok şey öğrendim. Ve edindiğim tecrübeleri sizlerle paylaşmaya karar verdim. Ana fikrimiz annelik çerçevesinde psikoloji, kitap, yemek, eğlence, çocuk eğitimi gibi konularda paylaşımlar yapmaya çalışacağım. Saygılarımla

                                       Sümeyra Köse